28 Aralık 2012 Cuma

Alışveriş (Deneysel Yazın)

"Onunla yakın alışverişimiz vardı."

Bir müddettir duyumunu almaz oldum bu dostane kullanımın. Satım işleri kıskacına hapsoldu kaldı sanki "alışveriş".

Anlatıyordu oysa neleri. Somuttan verdikçe soyutu alabileceğimizi. Ne somut kavramdı sahi şu "vergi". Ne soyut kavramdı şu "algı". Ne ilişiktiler birbirlerine! Duymuyorduk. Somutun gövdeye soyutun tine seslendiğini de duyumsayamıyorduk. Kurtulursak düşüncesiyle sırtlanıyorduk. Yanılıyorduk.

Kulak, gövdenin kuluydu. Yalnız duymak sadece kulağın vazifesi değildi. Gönlün de vazifesiydi. İş'te onu unutuyorduk. Sevinçler, acılar duyuyorduk fakat düzmecelerdi. Mülke indirgenmişlerdi. Sevincin sevmekle bir ilgisi olmalıydı. Acının, açıkta aç kalmakla. Yitiriyorduk.

Duyarlılığımız yitiyordu. Özveri gösteremiyorduk. Özveremiyorduk. Verimliliğimiz azalıyordu. Yapmasak olmaz mıydı? Altın sözcüğünün alt- kökünden türediği bir dili konuşuyorduk.

*Tin: Ruh, can.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tutsak (Koşuk)

Kar etmez tutsak
Düştü kurduğum

20 Aralık 2012 Perşembe

Çay Alman Mı? (Deneysel Yazın)

Çayı severim. Hayat kurtarır. Bilirsiniz işte, kimi günler vardır sonsuz ihtimalsizliklerle dolu olduğunuz ki ansızın altdevirli normalliklerini üzerinize kusmaya meraklılar çıkagelir, işte o günlerin kurtarıcısıdır çay.

Kelimenin kökenine gelince Çince'dir. Çin'e coğrafi olarak yakın kültürlerde Mandarin Çincesi kökenli "çay, şay, çai" sözcük türevleriyle ağızlardayken, Avrupa kültürlerinde Amon Çinçesi kökenli "tea, tee, te" türevleriyle anılır.

İşte geçtiğimiz günlerde, bu iki farklı kökün çayı ele alış açısı karşı karşıya geldi. Alman bir Tarih öğrencisiyle oturmuş, konuşuyorduk. Söz konumuz Tarih olmakla beraber, biraz da ihtilafların artmasıyla, konu içtiğimiz çaya geldi. Kahve kültürüne alışkın kendileri, çay kültürüne de ısındığını, çayın tadını hele ince belli bardağımızla pek sevdiğini söyledi. Yalnız ona sorarsanız çayla ilgili bir eksik varmış Türkiye'de. Çay sudan sonra en çok içilen içecek iken, hiç çay çeşitlendirmesi olmaması (kahve kültürünü düşünün) ona mantıksız gelmiş. Eğer Türkiye çayını iyi pazarlamak dileğindeyse farklı ağız tatlarına uyan farklı çay türevlerini marka haline getirmeye bakmalıymış.

Ona öyle gelmiş. Ne bilsin çay bu kültürde eşit kalabilmiş son varlarımızdandır. Her çeşit insanla aynı mekanda içtiğimizdir. Çeşitsizliğiyle çeşitliliği oluşturandır. Hem bu kadar mı kahvece olacak ne varsa? Tür tür, çeşit çeşit, bölündükçe bölünmüş fakat asla tatmin edemeyen. Hep daha gösterişlisini/özelini tercih etme isteği uyandıran. Geçin bunları bir kalem. Havalı laflara tamah etmeyendir çay. Gelmesi için salt adı kafi olandır.

Ehillerce neçe bilinir şarabın hası restoranda değil, imece usulü doldurulmuş o kara poşettedir. Kadehte değil, beşi bir liraya gelen pet bardaktadır. Şükür, şarabın hası da pahada değil, dosttadır. Al işte, al çayın al şaraptan al kalır yanı mı olsun? Çayın hası da gönle güzel gelenle, gönle güzel yerde içilendir. Kah bulaşık suyu tadında da olur, olsun, o da bizlerin tadının kaçmamasına ödenen kefaret olsun. Mesele çayı satmakta değil ki mesele çayı bizce içmekte.

18 Aralık 2012 Salı

Dilden Bahis ile İki Arabi Söz (İnceleme)

Bu yazı diğerlerinden farklı olacak, bir inceleme niteliğinde geçecek. Hakkımda kısmında da yazdığı gibi tadında bırakılmış Osmanlıca kelimelere karşı değilim. Hatta kendi mantığında hayranlık duyduğum yönleri boldur.

Şunu da not olarak sıkıştırmak isterim ki, kimi Farsça kimi Arapça kökenli kelimeler bu dillerden alınmakla beraber o dillerdeki kelimelerin çeşitlendirilmesi, türetilmesiyle Türkler tarafından oluşturulmuştur. Hani misali bu işin derseniz buyrun buradan yakalım. Farsça'da rüz-gar, "günün getirdiği" manasına gelmekle beraber, "yel" anlamı mecazından yola çıkarak yalnız Türkçe'dedir. Arapça'dan dem vurmaksa şimdi bize lazım olan, sui kasıttan (kötü amaç) türetilen sözcüğün malum anlamı da yine Türkler'e özgüdür. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir fakat geçelim bunları, bu yazının konusu başkadır.

Dillerin insan düşünme yöntemini şekillendirdiği aşikar bir gerçek. Araştırmalar her dilin kendi kurgulanımıyla beynin farklı bölgelerini çalıştırdığını dahi gösterdi. Bugünse dilimize Arapça'dan geçmiş iki sözcüğü irdeleyeceğim. Nedir bu sözcükler? Memur ile Tecil. Gayet masum duruyorlar. Peki öyleler mi? Bakalım. Benden çok şey beklemeyin, ben sadece dillendireceğim üzerine siz düşüneceksiniz. Kim bilir zaten belki yine saçmalıyorumdur. Karar sizin. Başlıyorum.

Ülkemizde memurlarla aranızda bir sorun olursa, büyük olasılıkla da haklıysanız o muhabbet memurun da emir kulu olduğunu söylemesiyle sonsuza kadar kapanır. Doğrudur da zaten. Kendinin farkındadır. O sorgusuz yapma kuludur. Memur sözcüğü emir kelimesinden türemiştir. Tam anlamıyla emredilen, emir kulu demektir.

Tecil sözcüğü duyulur duyulmazsa akla askerlik erteleme işleminden başkası gelmez, değil mi? Zaten manası da geciktirmektir. Hangi sözcükten türemiş gibi duruyor? Yormayın kendinizi ben söyleyeyim. Ecel. Bir nevi ölümü geciktirmek anlamı çıkıyor.

İlginç değil mi? Belki de değil. Ben söyleyeceğimi söyledim ya şimdi meydan sizin.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Anlamak (Sav)

"Beni bir sen anlarsın", "Sen anlamıyorsun beni değil mi?", "Sen de beni anlamayacaksan..."

Yaşamı birebir aynı çizgide yaşamak değildir anlamak karşındakini. Bütünüyle aynı şeyleri yaşamak hele anlamak olabilemez. Anlamak zira andan ne anlanıldığına bağlıdır. An yorularak anlatılandır. Anlama tabidir.

Anılar el verirse anlaşmaya, bak işte o başkadır. Aynı hayatı yaşamaya gerek yoktur diyorum. Aynı anın aynı anda anlanmasına da. Anlamak bir andadır işte. Anımsamaktadır. Gönüldeki anıtlar da yeter anmaya. Andırsa kafi.

Anlayışsızlık denilen meşumluksa anca uzak olmakla mümkündür anlardan. Sahte de olsa bir filme ağlayası gelir ya insanın, işte buncası hep anlamaktan.

Yarar (Koşuk)

Kararlıyım
Bir tanesin

Dinledin
Bir sana yakındım
Faydamsın
Salt varlığın yarar
Yüklenir
Usanmadan taşırdın
İyiliğimi
Yüreğime yordun

Vazgeçtim
İki tanesin

Yaklaştım
Bir sana yakındım
Yarığım
Salt varlığın yarar
Taştım
Usanmadan taşırdın
Acımadın
Yüreğime yordun

9 Aralık 2012 Pazar

Ölüm (Sav)

Her dil mutlak iletisini bize bakmadan aşılar geçer. Acılar geçer, mi peki? O acının geçkinliğine bağlıdır, bir de aklı dileten, dillendiren, dile bağlıdır. Dil, toplumun düşünce biçiminin kendinden sonraki nesillere kalıtıdır. Dil, o toplumun: "Biz hayatı, evreni ve her şeyi bu anlayışla yorumladık. Sonucunda bugünlere gelindi. En azından size yaşamı tattırabilme imkanımız oldu. Siz de bunları temel alarak başlangıç yapın... Yapın ki, en azından sizden sonraki nesillere yaşamı tattırabilmeye imkan olsun" çağrısıdır.

Bequem ön adı, Almanca'da konforlu anlamına gelir. Gelir de... Uyuşuk, üşengeç, miskin anlamlarına da gelir. Sloppy ön adı, İngilizce'de çok hassas, duygusal insanları tanımlar. Tanımlar da... Gülünç, şapşal, sulu kişileri de tanımlar. Malum, genel kanı Almanlar'ın çalışkan, İngilizler'in soğuk oluşudur. Türkler, Türkçe konuşanlar için ne bildirir genel kanı?

Çok şey sayılabilir. Naçizane yorumum şudur ki, Türkler'e ilişkin en fazla dilegetirilen durum "ölüme" bakış açılarıdır, ölüm kültürüdür. Ölümden korkmamak bir meziyet değildir. Yazınımızın en özge şairlerinden Nazım Hikmet özce dilegetirir bunu, "Bayramoğlu Bayramoğlu, Ölümden öte köy var mı?" sorgusuyla.

Ölümden korkmamayı çağrıştıran beylik gülünç lafları geçerek söylüyorum ki bizdeki inançsal, kültürel, sosyal anlayışla "ölüme" bakış açısı diğer kültürlerden farklı. Bir hayli farklı. Getirisiyle, götürüsüyle farklı... Biz ölüme çabuk alışıyor kabullenebiliyoruz. Tanrı iki iyilikten birini versin'in sözünü ediyor insanımız. O söz ki vurgusunu kulaktan, vurgununu yürekten duydurur. Ağır hastalara kullanılır, acısı çok hastalara. Ya sağlığına kavuşsun ya da varsın göçsün bu bedenden anlamına gelir...

Türkler'in ölüme bu denli alışık olması, içinde yaşamaya bu meşum yatkınlığı, ölüm karşısındaki böylesine susarlığı, bu durgunluğu, ölümle yakınmaması, yaşadığıyla yakılması, bu uğurluluk, bu uğursuzluk, tüm bunlar... Olur da, "Birinci Tekil Şahıs Aitlik Eki" taşımasından mı gelir ÖLÜM'ün? Ölü-m. Öl-üm. Ölüm benim.

Ne demiştik? Türkler'e ilişkin en fazla dilegetirilen durum "ölüme" bakış açılarıdır. Sevilmese bile ölen, susmaya gayret edilir zira bir gün "ölüme" de saygı beklenir...

Gidemem (Koşuk)

Kayıp kayığım,
Gidemem.
Ara ara bulamam,
Seni sende.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Alışmak (Sav)

Asya halkları madenle yaşar. Göçer halklar madenle yaşar. Göçer Asya halklarıysa madensiz yaşayamazlar. At koşmadan yaşayamazlar, yayvan yayalık ölümcül. Çadırlarını sabitleyemeden yaşayamazlar, soğuk dondurucu. Kılıçları olmadan yaşayamazlar, yaşatırlar yırtıcıları. Bu öyle bir seviyededir ki, "kurşun döktürmek" unsuru şaman gelenekten gelerek bize gösterir kişioğlunun madenle fizikötesi dahi kurduğu ilişkiyi.

Böylesine bir etkileşim kuşkusuz dili de etkilemiş olmalı. Tarih öncesi zamanlara gidin. Bozkırdasınız. Bir demirciyi izliyorsunuz. Demirci düşünüyor. Yalnız "allaşan" (akkorlaşan) madenin şeklini mutlak koruma hususunda direnmeyi bıraktığını. Ona bakan yaşlıysa düşünüyor yalnız "alışan" kişinin şeklini mutlak koruma hususunda direnmeyi bıraktığını.

Uysal (Koşuk)

Yalnızlığım yalpalattı
Umursanılabilinemezliğim...
Umut sanılabilinemezliğim.
Bu bilinemezliğim...

Kalabalıklar kalmayın!
Uydurulmuş uyumluluğunuz.
Ben de mi uysallaşayım?
Oldu... Uyumsayamamam?

*Uyumsamak: Uyur gibi yapmak.