18 Nisan 2013 Perşembe

Rüzgar Eken Fırtına Biçer

'Şundan ki yel eken kasırga biçer' (Kitab-ı Mukaddes, Hoşea 8:7)

Türkçe deyim ve atasözleri söz konusu olduğunda fazlasıyla çelimli bir dil. Sosyo-kültürel sebepleri üzerinde uzunca durulabilir. Bana sorarsanız çok temel iki nedeni var:

1-Sözlü edebiyatın kültürde başat olması
2-Türkçe eriminin geniş alanda yayılımı

Birinci etmen yaşlı, ata, dede kültürünün önem taşımasıyla da ilişkin. Kalıp sözler yaşlılığın, bilgeliğin, görüp geçirmişliğin bir simgesi babında kendini gösteriyor.

İkinci etmense dediğim üzere Türk kültürünün geniş bir coğrafyaya yayılmışlığı. Birçok kültürle alışverişe girmiş, türlü alfabe, sayısız dilden sözcük, pek çok din benimsemiş bir yapının bu zenginliği gayet doğal. Bir taşla iki kuş vuracak bir tespit bile yapalım. Hiçbir kuşa kıymanın manası yokken neden bir taşla iki kuş vurduğumaysa yazının sonunda döneceğim.

Türkiye'yi duymuşsunuzdur. Karadeniz'in kuzeyine kurulu genişçe bir ülkedir. Soylu sınıfı hala tartışılan bir hamleyle Musevilik'i benimsemiştir. Nihayetindeyse Vikingler'in akınlarıyla zayıflamış bir süre sonra da bölgesel Rus beylerinden bitirici darbeyi yemiştir. Hayır, paralel bir evrenden bahsetmiyorum. Sadece Orta Çağ üzerine konuşuyorum. Evet Türk Kültürü'nün hem çeşitliliği hem yayılım alanı açısından oldukça iyi bir örnektir Hazar Kağanlığı. Karadeniz'in kuzeyini 7. ila 11. yüzyıllar arasında mesken tutmuşlardır. O zamanlarda halen Anadolu'ya hakim olan Bizans kaynaklarında bölge Türki unsurlardan ötürü Türkiye (Tourkia) olarak anılır.

Bu örneği vermemin sebebi hem fikir teatisi yapmak hem de aristokrasi sınıfı Kitab-ı Mukaddes'i okumuş (olması beklenen) haliyle de Türkçe'de belki de "yel eken kasırga biçer" sözünü severek kullanmış bir topluluğa değinmek. İlk oldukları söylenebilir mi? Hiç sanmıyorum. Hoşea Kitabı, Hristiyanlar tarafından Eski Ahit kabul edilse de Kitab-ı Mukaddes'in bir parçasıdır. Taraflarınca okunur. Musevi Hazar soylularından önce muhakkak Hristiyan bir çevrede Türkçe olarak "yel eken kasırga biçer" lafı edilmiştir diye tahmin ediyorum. Kurcalanırsa daha erken dönemlere de gidilebilir. Tarihi bulgular saptırılmadığı sürece fazlasıyla kurguya açık bir bahis.

Her neyse, tüm bunları dilegetirdiysek bir yere varmak maksadıylaydı. 'Yel eken kasırga biçer' biçimi etimolojik olarak tamamen Altay kökenlidir. Osmanlıca unsur barındırmaz. Büyük ihtimalle Hazarlar buna benzer bir biçimde yorumlamıştır. Kulağa hoş geliyor. Ancak kurgusuyla beni büyüleyen hali Anadolu Türkçesinde kullanageldiğimiz şeklidir. Hepimizin bildiği üzere, "rüzgar eken fırtına biçer". Anadolu Türkçesine de bu sözün nasıl girdiği, yaygınlaştığı uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Bunu hayal gücünüze bırakıyorum. Fakat şuna şüphe yok ki son hali 17. yüzyıldan erken olamaz. Çünkü Farsi kökenli rüzgar sözcüğünün Türkçe'de yel anlamı kazanma mazisi daha öncesine gitmez.

Daha önce de dilegetirmiştim. Rüzgar sözcüğü Farsça'da "zaman, çağ, kısmet, dünya" manalarına gelirken Türkçede gün'ün yaptığı, getirdiği manalarıyla mecazi bir şekilde 'yel' anlamını kazanmıştır. Fırtına sözcüğü de aynı şekilde bir o kadar ilginçtir. Türkçe'ye, 16. yüzyıl süresince denizcilik terimlerinden fazlasıyla beslendiği İtalyanca'dan geçmiştir. Aslı fortuna'dır. "Kader, baht, şans, kısmet" manalarına gelir. Latince kökenlidir. Gayet açık olduğu üzere İngilizce 'fortune' da kendisi olur. Peki nasıl oluyor da "kader, kısmet" manalı bir kelime Türkçe'de kasırga anlamına dönüşüyor? Fortuna'nın ayrıca "acil durum, kötü iş" anlamları da vardır. Mantıki kurgusu da eski insanların başlarına gelen kötü işleri, fenalıkları Tanrı'nın düzenlediği kısmetin, kaderin parçası olarak görmelerinden gelir. Benzer bir ilişki için (bkz: kaza).

Fortuna'nın Türkçe'ye kısmet, kader, baht manalarıyla geçmesi gayritabii olurdu. Zira böylesine inanç yoğunluklu kelimeler dönemin şartları gereği İtalyanca'dan Türkçe'ye kolayca geçemezdi. Buna ek olarak Türkçe'de bol olan "baht, yazgı, talih, kısmet, alın yazısı, kader, takdir-i ilahi, felek" sözcüklerine bir yeni ifadenin daha arandığını sanmıyorum. Bunun yerine İtalyan denizcilerinin kullandığı "denizde gelen kader, yazgının getirdiği" manası benimsenmiştir. Yazgıdan doğan deniz kazası'nı getirenin de ancak kuvvetli kasırgalar olduğunu ayrımsarsak hayranlık uyandırıcı bir ilişki açığa çıkar. Ne var ki bununla sınırlı kalmaz. Bahsimiz "rüzgar eken fırtına biçer" biçimiydi "yel eken kasırga biçer" değil.

Değindiklerimin nereye varacağı, neden bu sözün Anadolu Türkçesindeki haline hayran olduğum anlaşılmıştır diye tahmin ediyorum. "Rüzgar eken fırtına biçer" sözü kurcalarsak "günün getirdiğini eken yazgının getireceğini biçer" manasına gelir. Tahminimce neredeyse her kültürde bulunan bu söz en etkileyici biçimlerinden biriyle Anadolu Türkçesindedir.

Bu arada bize hiçbir zararı olmadığı halde bir taş vasıtasıyla kıydığımız iki kuş vardı. Buna da yazının sonunda geleceğimi söylemiştim. Bu söz de en az 'yel eken kasırga biçer' sözü kadar geniş bir alana yayılmıştır. Araştırın muhakkak her dilde bir türevini bulacaksınız. Ne var ki kökeni 'yel eken kasırga biçer' kadar açık değil. Kimi kaynaklar antik Çin kıssalarına kadar uzanırken bazıları Yunan Mitolojisi'nden İkarus ile babası Daidalos'un ilk labirentten kaçış öyküsünü işaret ediyor. Ufak farklılıklar da var. Bazı kültürlerde "tek taşla iki kuşu öldürmek" olarak geçerken Türkçe gibi bazıları ölüme değinmiyor. Bazılarında ise kuşlara hiç kıyılamadığından söz 'tek vuruşta iki sineği benzetmek' biçimine dönüşüyor. Bana sorarsanız da bu, çok şey anlatıyor.