20 Kasım 2013 Çarşamba

Ağaçlara Dayanabilmek

Haddizatında epey cananı içerir ağaçlarımız.

İhtimaldir ki hepimizin hayatını simgeleyen ağaçlarımız dahi bir yerlerde bulunur. Yahut tek bir ağacın dallarında yaşıyordur her birimizin şimdiki hayatları. Bazı başka yapraklara değiyoruzdur örneğin. Birbirimize değinizdir? Onlar kuruyup solduklarında da insan bedenlerimiz ölüyoruzdur mesela. Belki bunların hiçbiri yoktur. Sapkın pagan saçmalıklarıdır. Yine de sanırım bir ümit olacaklardır.

Bu ümitten bahsetmek için, ağaçların yalnızca gölge ile meyve yapıcı olmadığı zamanlardan -hoş şimdi bunları yapmak dahi onları kurtarmıyor- bahsetmemiz gerecek. Sözünü açacağımız bu vakitte "Bunların dediği maki. Ne olacak keser atarsın. Maki nedir?" lafazanlıklarının kale alınmayacak derecede agresif, manasız, gülünç laflar olduklarını belirtmeme gerek yoktur.

Ağaçlar tarihin başından beri kutsal kabul edilmişlerdir. Yalnız insanlar tarafından demek burada doğru olmaz. En iyisi şöyle ifade edelim: Homo Sapiens hayvanını da kapsayacak şekilde tüm Yerküreliler için ağaçlar saygı duyulacak ulu canlılar olmuştur. Hayat, evren ve her şey hakkında muhtemelen 'günümüz insanından' daha fazla bilgiye sahip eskinin Homo Sapiens hayvanları ağacın köklerini 'yeraltı dünyasıyla', yüzeyini üzerinde durduğumuz Yer ile, göğe uzanan dallarını ise mevcut evren anlayışları her ne ise onunla ilişkilendirmişlerdir. Bu yeraltı dünyasının adı farklı kültürlerde Niflheim, Araf, Tartaros, Erlik, Mictlan olarak anılabilir. Bunun çok da bir önemi yoktur, Yer kavramlarının da farklı kültürlerde değişik isimlerle anılagelmesi gibi. Yazımızın konusu o değil. Bizim bahseceğimiz ağaçlardır.

Ağaçlar Homo Sapiens tarafından hem erkeksi hem de kadınsı fiziki özellikler ile yorumlanabildiklerinden kutsallıkları genel bir bağlamda kabul görmüştür. Homo Sapiens algısına göre daha uçsuz bucaksız bir yaşam döngüsüne sahip olmaları ağaçları kuşaklar arası ruhsal bir aracıya dahi çevirmiştir. Hayat Ağacı, Kozmik Ağaç gibi anlayışlar da işte buradan gelir. Daha iyi anlamak için işbu halin rivayetlerini kurcalayacağız.

Altay kültürünün hiçbir şey yokken de var olan Ak Ana'sı sonsuz sulardan çıkıp Kayra Han'a yaratma emrini verir. Bunun sonucunda da Uluğqayın (Ulu Kayın) Kayra Han tarafından yaratılıp dikilir. Yerküre ile birlikte var olmaya başlayan bu evren ağacı inanca göre her şeyin merkezinde durmaktadır. Dalları gökyüzünü, kökleri ise yeri tutar. Dolaylı olarak Ak Ana talimatıyla gelen ilk 'ağaç' bağlantısı büyük olasılıkla ikisinin de aynı etimolojiye dayanmasıyla ilişkilerini katmerlendirir.

Ak/ağ kökünü bir olarak ele alacağız. Bu kök ağmak, beyazlamak, ışımak, yükselmek, yukarı çıkmak gibi anlamlar taşır. Günlük lisanda yükselmek ile ışımak ilişkisini en iyi koruyan tabir tahmin edeceğiniz üzere "gün ağarması" olgusudur. Bu anlayıştan yola çıkarak bazı etimologlar ağaçların yükselen, yukarı çıkan, göğe doğru olan yapısının aynı kökten bizi "ağ'aç" kelimesine götürdüklerini savunur. Usa gayet yatkın. Mitolojik hikayelerin sembolizm perdesi aralandığında neler anlatacağı belli olmaz.

Altay mitolojisinin Uluğqayın'ı, Macaristan kültüründe "Égig érő fa", en meşhur evren ağacı kültünü barındıran İskandinav anlayışında ise Yggdrasil olarak anılmıştır. Daha fazla ağaçtan bahsetmek gerekirse Hindu kültürüne uğrar Ashvattha ağacından bahsederiz biz de. Hindu inanışında bu evren ağacının köklerinin gökte olduğuna inanılır ve sonsuz hayat döngüsünün ağacı olduğu kabul edilir. Kelime Sanskritçe köktendir. A = Sanskritçe olumsuzluk ve yoksunluk öneki + Shwa = yarın + tha = duran/kalan. Hindu filozof Adi Şankara bu sözcüğü "Ertesi gün aynı kalmayan, evrenin kendisi gibi sürekli değişen" olarak yorumlamış. Bakın siz şu ağaca. Hindular tarafından hayat, evren ve her şey ile bu minvalde ilişkilendirilen ağaç Budist metinlerde Sidarta Gotama'nın (Buda) altında meditasyon yaparken aydınlandığı ağaç Bodhi ağacı olarak yorumlanır. Orijinal ağacın bulunduğu yerde hala onun soyundan gelen bir başka Bodhi ağacının durduğunu, Budistler tarafından da önemli bir ziyaret yeri olarak kabul edildiğini söyleyelim. Bir ağacın 2500 yıllık bir bağlantıyı sembolize edebilme potansiyeli taşıdığını hatırlamak adına.

Buda'nın bu epifani (ruhani aydınlanma) olgusunun yanında ('epi' öneki Grekçe üzerinde demektir, fani ise Grekçe ışımak aydınlanmak manalarına gelir) Hindularca kutsal görülen epifit yaşayan ağaçları da belirtelim. Epifit ağaçlar başka ağaçların üzerinde onlara parazit olmadan gelişip büyüyen ağaçlardır. Daha az önce dedik epi öneki Grekçe 'üzerinde' demektir diye, fit sözcüğü de bitki ağaç manalarına gelir. Yani epifit, ağaç üzerinde manasını taşır. Hindistan'ın ulusal ağacı kabul edilen Banyan ağacı bunun en kabul görmüş örneğidir. Bir hayat üzerinde başlayıp ona zararı dokunmadan süregelen başka bir hayat ve neticede hepsinin birbirini yaşatması olgusu ne de çok şey demek aslında. Siz hiç epifit oldunuz mu? Belki epifit bir dostunuz olmuştur.

Hepsi dursun da biz Kutsal Korular (İng. Sacred Groves) kültünden dem vuralım. Bu anlayış tabiat içerisinde bir bölgenin inançsal ritüelleri gerçekleştirmek, doğaya şükran sunmak için özellikle seçilmesidir. Bu pagan sahalar belirli olmaları için sütun ve taşlarla desteklenmeleri haricinde çoğunlukla insan yapıları barındırmazlar. Kelt-Galya kültürüyle tüm kıta Avrupada ve Galatlar vasıtasıyla Galatyada (bugünkü Ankara, Çorum, Yozgat) pratik edilen bu Nemeton kültü Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla putçuluk kabul edilerek özellikle de Kuzey Haçlı Seferleri sırasında tahrip edilmiş ve yıkıntılarının üstlerine kiliseler dikilmiştir. Bu harekatlardan en meşhuru Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Avrupa'da ilk kez imparator unvanını kendine alan Şarlman tarafından yapılmıştır. Fransız Kral şimdinin Kuzeybatı Almanyasında yer alan Saksonların üzerine ordusuyla aralıklarla saldırmış, savaş esirlerini idam ettirmesiyle "zaferlerini" daha da tesirli ve korkunç hale getirmiştir. Cermen paganlığını Cermen hristiyanlığa devşirebilmesinde çıkardığı bu tip ölüm cezaları ve herkese vaftiz zorunluluğu getirmesi öncü rol oynamıştır. Neticede "bitaraf olmayan bertaraf olur".

Bu ahvalde ilgi çekici bir nokta var ki anlatacaklarımızı halihazırda bu sebeple dile getirdik. Fransız Kraliyet Günlüklerine göre 772 senesinde Şarlman ordusundaki askerlere çok ilginç bir şey yaptırır. İskandinav anlayışın evren ağacı Yggdrasil ile aynı kültürel kökten beslenen ve Saksonlarca kutsal kabul edilen Irmunsul sütunun yok edilmesini emreder. Irmunsul sütunu kaynaklarda epey yaşlı bir ağacın epey geniş gövdesi olarak geçer. Saksonlar bu ağacın Yggdrasil kültüyle özdeşik olduğuna inandıklarından onun yok edilmesinin evrene büyük bir zarar vereceğine, düzenin bozulacağına inanmaktaydılar. Bu devasa ağaç kalıntısını rivayete göre askerlerine 3 günde yok ettiren Şarlman, tebrik etmeliyiz ki onca kıyımdan sonra kendisini Avrupa'nın güçlü bir imparatoru olarak kabul ettirmiştir. Bir ağaç kalıntısından ve onun Evrene ilişik olması, ona saygı duyacak Homo Sapiens hayvanlarının kendi kudretine zeval getirebileceği ihtimalinden korkarak başarmıştır, çevresinde 'adamların' fır döndüğü bir imparator olmayı, hatta kendi anlayışıyla 'ölümsüzleşebilmeyi'. Verdiği ölüm emirleriyle ölümsüzleşebileceğini sanan tarihte yalnız o mu var sanki? Evet haklısınız, keşke 'bir dikili ağacı olanlardan' olsaymış da öyle ölümsüzleşseymiş. Zaten başka nasıl ölümsüzleşebilir ki? Düşündüm de haklısınız. Mevcut halde dikili bir ağacı savunarak da ölümsüzleşebilirdi.

Diyeceğimiz odur ki ağaçlar gölge, meyve ve oksijen vericilerden fazlasıdırlar. Her Dede Korkut hikayesinin sonunda dualarda doğrudan kişi hayatıyla özleştirilir ağaçlar. ('Senin ulu ve gölgeli ağacın hiçbir zaman kesilmesin') Bu kült kimi anlatılarda kahramanların göğsünden fışkıran ağaç imgeleriyle eşdeğerdir. Selçuklu türbelerine de oyulmuştur Hayat Ağacı sembolleri. Elbette hiçbir mezarlık, yatır da ağaçsız düşünülemez. Bu mekanlardaki ağaçlar bizi hayat ile ölüm arasındaki bir yerde bazı vaziyetleri an'lamaya meylettirebildiklerinden vardır. Bir zamanlar bedeni olan kişiler cismen toprağa karışır ve hemen yanındaki ağacın bir parçası haline gelirler. Onu topraktan alıp göğe götürebilecek olan yalnızca bir ağaçtır. Hatta şaman kültürlerde ölünün bir tabut içerisinde ağaca asıldığı bile vakidir. Ağaran, yükselen, ışıyan "ağaç" ruhu göğe taşısın diye elbette! Yani ağaçlar ne de çok şey demektir. Ağaç kültünün yerini 'eşref-i mahlukat' figürü alırken dahi bu figürlerin elinde keramet göstermek için taşıdıkları asalar 'ağaçtandır'. Ağaçlardan yapılan müzik enstrümanlarının da bir ruhu olduğuna çoğu kültürde rastlanılır. Unutmayalım ki "telli sazdır bunun adı, ne ayet dinler ne kadı".

Yerkürede hala belirgin bir şekilde görülen çaput bağlama geleneğine de bir uğrayalım. Ağaçların sadece meyve, gölge, oksijen verici olmadığı anlayışın yaşayan son anlayışlarından biri. Burada elbette birtakım kıstaslar vardır. Ağacın tek başına, ulu bir şekilde durmasının yanında uzunca bir süre daha orada duracağını belli etmesi gibi (insanlık onu yok etmezse). Zira ağaç figürü Homo Sapiens için kutsal olmakla beraber, sık ormanları ürpertici, riskli görülmüşler ve çoğu kültürde hem iyi hem de kötü ruhların yaşadığı yerler olarak görmüşlerdir. Yunan mitolojisindeki vahşi alanların, dağlık ormanların tanrısı Pan kendi isminden gelen akıldışı korku olan 'panik' sözcüğüne bizi işte böyle götürür.

İşte bu sebeple ulu, bilge, tek, yüce, yaşlı ağaçlar Yerküre toplumları tarafından daha fazla ilgi görmüştür. Evet, Kuzey Avrupa kültüründe uzunca süre saygıyla tapılan, kutsal kabul edilen Meşe Ağacı şimdilerde rahatça hayvanlığını kaybetmiş insanlar tarafından 'bypass yol' yapımı için hayat, evren ve her şeye rağmen yok edilebiliyor. Evet, insanlar ataları Homo Sapienslerin kutsal addettikleri bu ağaçları mazot dolu testerelerle yok edebiliyor. Diyoruz ya Yerküre toplumları derken sadece Homo Sapiens hayvanından bahsetmiyoruz diye. İnsan nezdinde ağaçlar fuzuli dikitler haline gelmişlerse onların yerine başka hayvanlar da yas tutabilirler. 1996 yılında Newburry yolu için kesilen Meşe ağaçlarının yanına koşarak gelen, manzarayı görünce çevrede yardım için dört dönen, polis atlarının şakaklarına sürtünerek onlardan medet uman ve sonrasında kaybolan iki vahşi attan haberiniz var mıydı? Buyrun buradan izleyin.

Nasıl avlanmadan önce hayvanlardan özür dileyen kültürler varsa (tarım ikliminde yaşamayan ve avlanmaktan başka seçeneği bulunmayan Altay-Sibirya kültürlerini baz alıyoruz) ağaç kesmeden önce de ağaçlar için ritüeller icra eden topluluklar da vardır. Çok uzağa gitmenize gerek yok Akdeniz Toroslarındaki 'Tahtacılar' bunların en iyi örneğidir. Salı günleri gibi kutsal kabul ettikleri vakitlerde asla ağaç kesmezler ve ormana gitmeden önce bunu ihtiyaçtan yaptıklarını belirten ritüeller gösterirler. Burada Suha Arın'ın 'Tahtacı Fatma' belgeselinden bahsetmenin tam da sırası. Ormancılığın ağır yükünü genç yaşta üstüne almış 12 yaşındaki Fatma'nın, 34 sene sonra kendi özeleştirisini de yaptığı röportajını da unutmadan elbette.

Kuzey Avrupada kutsal kabul edilen Meşe Ağacı, Güneydoğu Asyada İncir Ağacı olarak karşımıza çıkar, Orta Kuşakta ise bu kutsaliyetin taşıyıcılığını üstlenmiş başlıca ağaçlardan biri Dut Ağacıdır. Farsça aslı 'Tut' olan bu canlı bu coğrafyada olduğu kadar (bkz. Grek Mitolojisindeki Tispe ile Piremus hikayesi) Altay kültürlü iklimlerde de farklı manalarla bezenmiş, hak ettiği saygıyı görmüştür. Anadoluda yeni yapılacak evlerin doğusuna dut, nar, iğde, söğüt gibi ağaçlar dikilerek bereketin celp edildiğine inananları hala bulabilirsiniz. Evin ruhu olarak kabul edilen dut ağacı hayatı simgeleyen, evin mutluluğuyla doğrudan ilişik, bekayı gösteren bir öğe olarak tezahür eder. Bu sebeple dut ağacı bir 'direkten' çok fazlasıdır. Burada Barış Manço'nun 'Dut Ağacı' şiirinin bizi nasıl da çağırdığını, dut ağacının başka neler demek olduğunu duyuyoruz.
"Yıkılmadık ev bırakmadılar mahallede
Evlerle beraber bahçeler de yok oldu
Bir şu dut ağacı kaldı onu kesmeseler bari"
Ağaçlar üzerine sahi neden bu kadar çok konuştuk? Başka neyin üzerine konuşalım ki? Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra ilk kez imparator unvanını alan Şarlman da konumuz oldu değil mi bir ara sahi? Ne alaka? Alaka kökünden gelip muallakta kaldık. Ağaç gövdelerine silahlı ordularıyla saldıran bir imparator. Niye? Çünkü biliyor ki o ağaçlar ne çok şey demektir. Maksadı inandığı din olan hristiyanlığı yaymak gibi görünse de yegane niyeti tek tip kültürlü halk yaratmak, farklılıkları yok ederek insanların yönetimini kolaylaştırmaktır. Üstüne üstlük ismini ölümsüz de yapmak istemektedir. Bunun uğrunda nice canlar bile almakta beis görmemiştir. Hem de müzakere etmeye çağırdığı Saksonları silahsız yakalayıp idam ettirecek kadar beis görmemiştir. Kendisi yok ettirdiği "kutsal koruların" üstüne ise klise yaptırarak vicdan temizlemiştir. Kötü biri olmadığına önce kendisini sonra da başkalarını inandırmak için. Size de tanıdık gelmedi mi? Hayır mı?

Bu coğrafyada uzun süreden sonra ilk kez Sultan unvanını taşımak isteyen biri mesela? Ağaç gövdelerine silahlı ordularıyla saldırsa örneğin? Çünkü bilse ki o ağaçlar çok şey demektir. Önünde artık pagan ayinleri yapılmasa bile altlarında oturulup nefes alınabilen yerlerdir. Hayat, evren ve her şey hakkında huzursuzca fakat mutlulukla düşünebileceğimiz yerlerdir. Daha da güzeli hiç kimseye haraç vermeden, izin almadan, hesap sordurtmadan Ay izleyebildiğimiz yerlerdir. İçimizi mümkün mertebe tertemiz hava ile doldurarak. Kulaklarımızı ise kuş cıvıltılarıyla. Gözünüzün önünde de şöyle birkaç kedi olsun hani. Düşünerek. Duyarak. Hissederek. Bütünleşerek. Kısacası pagan kültür ne anlama geliyordu ve ne kadar geçmişte kaldı? Bu kültürün maksadı ruhu gülümsetmek ise ruhlarımızın gülümsediği yerler hala 'kutsal korulardır'. İnsan eliyle şekillendirilmemiş her hüdayinabit ağaçlık saha başka bir insan yapımına ihtiyaç duymadan kutsal korularımızdır. Onlar bizim ruhumuzu korur. Bizim onları korumamız karşılığında. Korumak kökünden gelerek.

Ağaçları kesenlerin maksadı inandıkları sermayeci AVM dinini yaymak gibi görünse de asıl niyetleri tek tip tüketim kültürünü yaymak, oturup soluk alma gayretindeki huzursuz fakat mutlu sayılabilecek farklılıkları yok etmek, yönetimlerini kolaylaştırmak, kendi isimlerini ise ölümsüz yapmaktır. Bunun uğrunda nice canlar bile almakta beis görmezler. Müzakereye çağırdıklarını ise tutuklatırlar. Belki sokakta nasıl öldüğünüzün video görüntüleri sehven silinir. Bir başkası çıkıp taş atmışlar der. Fakat olsun. Ne de olsa "Oradan bir ses geldi cami yapacağız dedi. Evet cami de yapacağız." O kutsal koruların yerine ya kilise ya cami dikiverirsiniz olur biter. Ölüm emirleri saçarak kendinizi ölümsüzleştirme beyhudeliğinizi böyle basitçe "aklarsınız". Bir dikili ağacınız dahi olmadan. Yeşil kesen, baş kesmiş kabulünden olurmuş. Hani nerede? 'Kahtı rical' denen meşumluk demek böyle yol açıyor tabiat ile onun hayvanlarının kahtına. Ne yazık.

Bu yazı Ethem Sarısülük'ün anısına atfen yazıldı. Güle güle Homo Sapiens.