21 Ocak 2016 Perşembe

Dut Ağacı Türküsünün Hikayesi (Mi)

Türkünün hikayesi kişinin içinde ne bırakıyorsa odur. Canlı olan bir şeyi neşterle yarmak onu öldürmek olacağından içinde neleri barındırdığını anlamada yardımcı olamaz. Bu sebeple türküleri, manileri, şarkıları yarıp biçmekten uzak duracağım... Yine de bu türkünün özel bir durumu var, içindeki ruhu tam anlayacakken bi' tıkanma başlıyor, sebebi de bariz, Anadolu değil Azerbaycan Türkçesi ile söylenmiş... Kendisini kesip biçmeden dış organlarını anlamayı denesek anlayayazanlara yeterli olacaktır, derisinin şeffaf olduğu yerlerden az biraz içine doğru da bakabiliriz hem...

Dut ağacı boyunca 
Dut yemedim doyunca 
Yari halvette gördüm 
Danışmadım doyunca

Ay can ay can!

Benim balam kime neyler 
Körpe balam kime neyler 
Benim balam, ay!
Körpe balam ay balam

Dut ağacı, bir ağaçtan fazlası, bir sembol. Hayat döngüsü ve yaşamı işaret ediyor. Ağaç kültü, hayat ağacı, kozmik ağaç gibi paralel anlayışlarla bağlantılı. Oğuz Kağan Destanı'nda ağaçlar kağanın eşlerini bulduğu yerdir, hayatın devamıdır. Dede Korkut Hikayeleri'nde "senin, ulu ve gölgeli ağacın hiçbir zaman kesilmesin!" bir hayır duasıdır. Osman Bey'in gördüğü düşte göğsünden bir ağaç çıkarak dallanır, bu rüya soyunun büyüyüp kök salacağına yorumlanır...

Ne var ki ağaca bakış açısı Anadolu'da eski kutsallığını yitirmiştir, ağaç olgusunun yaşam döngüsüne işaret eden bir alegori olma ihtimali çok az kişi için olasılık dahilindedir. Yine de Anadolu Tahtacıları gibi günümüze ulaşan 'numunelik' heterodoks kültürler de hala mevcuttur. Azerbaycan coğrafyasında ise 'tut ağacı' kültürünün bu denli uzun süreli yaşaması Karakoyunlular zamanına kadar götürülebilir, bölgenin ağaç ve orman efsaneleri bu dönemde şekillenmiş ve oturmuştur, kuvvetli bir anlayıştır, Anadolu'ya göre başka yaşanmışlıkları olması da elbette bir sebeptir.

Arapça kökenli halvet sözcüğü yalnızlık, tenhalık, münzevilik hallerine işaret eder. Bizde "halvet olmak, halvet etmek" kullanımlarına cinsellik tarafı ağır basan bir mana yüklenmiş olsa da, buradaki kullanımın cinsellikle hiçbir alakası yoktur. Sevdiğini yalnız, tenhada, biraz da 'danışmanın' bahane olacağı bir halde görüyor, fakat yanına gidip onunla konuşmuyor, kendisini onunla buluşturmuyor. Buradaki danışmak bizdeki bilgi almak için birisine "danışmak" değil, birisi ile danışmak, konuşmak ve sohbet etmek anlamlarındadır, sözcük tanışmak ile aynı kökten gelir.

Gedirdim (yürüdüm) yavaş yavaş 
Ayağıma değdi taş 
Senden bana yar olmaz 
Gel olak bacı gardaş

Qızıl üzük laxladı,
Verdim anam saxladı,
Anama qurban olum,
Meni tez adaxladı

Ay can ay can! 

Dut ağacı bir bitkiden fazlasını anlatıyordu. Öyleyse buradaki "gedirdim" (gidiyordum) fiziksel olarak yürümekten çok hayattaki akışı kast eder. Bizde yürüdüm olarak söylenip fiziksel bir aktiviteyi çağrıştıran bu söz, esasında hayatımızın gidişatı... O vakit ayağımıza değen taş da başka bir şeye dönüştü, bir engel, bir handikap, bize mani olan bir hal oldu o.

Yine de tuhaf bir durum var. Hızlı, süratli ve acele içerisinde gitmiyorduk, gedirdik yavaş yavaş, temkinliydik, karşılaşacağımız engeli önceden görüp ona göre önlem alabilir veya çarpsak bile az zararla kurtulabilirdik. Hem ne üzerimize düştü taş ne canımıza kast etti, ayağımıza değdi. Yine de 'değmek', varlığını hissetmek korkunç bir etki yarattı, o ilk ürkeklikte, o bu yola bakakalmak bu yolda ilerlemekten daha mı güzel kaygısında bir karar geldi: "senden bana yar olmaz".

Gelelim belki de en anlaşılmayan dörtlüğe, burayı Anadolu Türkçesi ile değil de aslından anlamak en sağlıklısı. En baştan belirtelim, x sesi kesinlikle "iks" değildir. Hırıltılı bir "h", yerine göre "k" olabilir, bu ses İstanbul Türkçesinde yoktur.

Qızıl sözcüğü kızıl ile aynı köktendir. Yalnız bu sözcüğün Arapça kökenli olan "kırmızı" ile etimolojik alakası yoktur, aslı "kızarmak" fiiliyle ilişkilidir. Kızıl bizim için turuncu - kırmızı arası bir rengi ifade ederken, Azerbaycan kültüründe altın rengidir, kelime doğrudan altın yerine de kullanılır. Laxlamak ise etimolojisi Latince'ye uzanan bir sözcüktür, "gevşemek, zayıflamak, bırakmak" anlamlarına gelir.

Azerbaycan Türkçesine bu sözcük nasıl girmiş ve kendine bu türküde nasıl yer bulmuş sorusu etimolojik bir maceradır fakat aynı Latince kök Anadolu Türkçesinde de mevcuttur, İtalyanca'dan gelen 'laçka' ve nüfuz edişi daha güncel olan 'relaks' en bilindik örnekleridir. Burada en başında denizcilik terimi olup yelken gevşetmek anlamına gelen 'laçka' sözcüğünün günlük dilde insanlar için de kullanılıyor (laçkalaşmak) hale gelmesine, yani benimsenmesine dikkat...

Saxlamak, hem 'bizim' saklamak hem de değil, saklamaktan ne anladığımıza bağlı. Gizlemek, kamufle etmek değil, birisi için bir şeyi korumak, ona zarar gelmesine mani olmaya çalışmak anlamına geliyor burada. Anama kurban olurum, beni tez adakladı diye de devamı geliyor. Adaklamak, birisini bir şeye veya kimseye adamak, söz vermek, söz kesmek, nişanlamak anlamlarında.

Sembolizmin dışına çıkıp bu kişiye altın madeninden yapılma bir yüzük konduramayız. Altın yüzük bir düşü, bir umudu çevreye duyuran, bu varlığı materyal dünyaya aktaran bir aracı görevinde, bir adanmışlığın, bir hayalin 'nişanesi' o. Fakat tutunma gücünü kaybediyor, gevşiyor, zayıflıyor... En başından beri iyiliğimizi isteyen bir figüre koşuyoruz biz de; anamıza (nene olarak da söylenir), bu şahıs burada bizce sevilen ve bizi de seven birisi özetle...

Bu hayalin somutluğunu ona verip, bizim için saklamasını istiyoruz. Çünkü materyal dünyaya bu hissi yansıtmakla alakalı bir savaşımız kalmadı artık, o yarışın içerisinde değiliz, bizim için onu sen içinde "tut" diyoruz. Bu kişi bizi tez adaxladığı için haliyle üzgün, ihtimal ki masallardaki gibi 'hedefe ulaşacağımız' bir mutluluk tasarlıyordu bize, onun iyi ve güzel 'son' algısı bu, biz ise işin 'son' kısmında çok değiliz, o anaya biz kurban olalım, zira onlar iyidir, arkadaşlar da öyle.

Benim balam kime neyler 
Körpe balam kime neyler 
Benim balam ay balam
Körpe balam ay balam

Bize dokunan bir taş... O andan itibaren o'nunla yar olamayacağımızı düşünegelmiştik, fakat bu sevgi yok olmaz, gel bacı gardaş olalım demiştik! İşte o sevgi neye ve nereye yöneleceğini anlamaya çalışır bir halde, o'na balam diye seslenir olmuş şimdi; küçüğüm, canım, kardeşim, yavrum, canımdan olan... Körpe balam... Körpe burada yıpranmamış, gördükleri onu henüz kötüleştirmemiş manasında, kart kelimesinin tam zıttı.

Seni aynı candan çıkmış gibi seviyorum, benden çıkma bir hayat gibi seviyorum, bir canı paylaşıyor gibi seviyorum, kime ne zararın var ki, kime ne kötülüğün dokunmuş ki! Kime ne fenalık yapmışsın ki!? Evet, evet hepsi doğru... Yine de sana zarar vermekten ben korktum, danışmak istemedim, danışmaktan kaçıverdim... Ben seni nihayetinde kırmaktan korktum balam, seni hep böyle sevememekten korktum, körpe balam...

Ayağıma taş değdi, ay balam...

İstəsən könlüm kimi zülfün pərişan olmasın,
Ol qədər cövr ət mənə, ah etmək imkan olmasın!
Dərd-i eşqin qəsd-i can etdisə, mən həm şakirəm,

İstərəm, cismimdə dərd olsun; dərd-i can olmasın!

19 yorum:

  1. Ne güzel sayfa ne güzel içerik

    YanıtlaSil
  2. Bu güzel yazıya şükrederim.

    YanıtlaSil
  3. Bu yazıyı yazan acaba son dörtlüğü de bizler için sadeleştirecek mi ? Sitenin admini kimdir? İletişim mümkün müdür?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen istiyorsun ki zülüflerin dahi* perişan olan gönlüme benzemesin,
      Hal bu ise gel o denli cevir** (eziyet) et ki bana*** bir ah etmeye imkanım olmasın!
      Düştüğüm aşk derdi canıma kast ettiyse de, ben hala da şükredebilirim (şakirim)
      İstiyorum ki canımın içinde duyduğum bu dert bulunagelsin de; yeter ki ölüm olmasın!

      *Ben gönlümü perişan etmişim, sense hala zülüflerini sakınıyorsun.
      **Cevriye ismi eziyetle, cefayla ilintili olan demektir. (çileci kültür)

      ***İşte burası çok keyifli. Çünkü söylenirken "Ol qədər cövr ətmə" (o kadar cevr etme) denir ve duraklanır. Sonradan hemen "Ol qədər cövr ət mənə" (o kadar cevr et ki bana...) olarak devam edilir. Önce artık yeter bu aşkın ızdırabı deniyormuş hissi verilir... Bu da Azerbaycan Türkçesi'nde ben kelimesinin "mən" olarak söylenmesinin yarattığı bir çeşitlilik tabii ki.

      Güzel yorumunuz için teşekkürler. İletişim için: turkcesever@gmail.com

      Sil
  4. İstifade ettik, çok güzel açıklanmış. Teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil
  5. "Danışmadım doyunca" danışma nasıl konuşma, görüşme anlamına gelebilir ki ? sonunda doyunca diyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Sana doyamıyorum" diye bir kullanım duydunuz mu hiç? Aşk mefhumunun tenakuzu söz konusu burada. Saygılar.

      Sil
    2. İnsagram adresinin varsa daha akıcı olarak takip etmek isterim

      Sil
  6. Yanlış bildiğimiz bazı Türkçe kelimeleri herkes öğrenmeli bende Azerileri çok severim aslında bütün Türk leri severim (ırkayrımı asla değil herkesi severim) atalarım Türk boylarından eski Türkçeyi severim,insan kökeni bilmeli araştırmalı,böyle bilgilendirmeler çok hoşuma gider dilerim okursunuz,belkide artık kullanmıyorsunuz,dilerim İnstagram kullanıyorsunuzdur,iyi günler

    YanıtlaSil
  7. Çok güzel başka araştırmalar da isteriz

    YanıtlaSil
  8. Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  9. Teşekkür ederim emeğinize.

    YanıtlaSil
  10. ilk kez böyle bir sayfaya yorum atıyorum emek için çok teşekkürler iyi ki varsınız

    YanıtlaSil
  11. Ben de normalde yorum yazmayan birisiyimdir. Ancak tesekkur etmeden gecemedim. Ellerine ve emegine saglik.

    YanıtlaSil
  12. Bu türkünün o kadar çok duygusal bir etkisi var ki üstümde her dut ağacı dendiğinde ilk dinlediğim o 15 sene öncesine gidiyorum. Nedense bugün hikayesini araştırma isteği duydum ve iyi ki duymusum, bu güzel yazıdan mahrum kalarak dinlemisim bunca zaman. Diline dimagina sağlık. Bonus olarak paylaştığın son dizeler de ayrı bir neşter gibi okudukça kanatıyor. İlk defa bir yorum yazıyorum, daha doğrusu ilk defa birisi yorum yazdırabiliyor, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  13. Çok teşekkürler. Bu türküyü çok seviyorum. Ve sizin açıklamanız çok mutlu etti.

    YanıtlaSil
  14. Emeğinize, yüreğinize sağlık , teşekkürler...

    YanıtlaSil